
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Evliya Çelebi Çalışmaları Merkezi, Erasmus+ KA171 Projesi kapsamında önemli bir akademik etkinliğe daha ev sahipliği yaptı.
Söyleşi, Saraybosna Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Amir Duranović’in katılımı ve Doç. Dr. Mustafa Göleç’in moderatörlüğünde gerçekleştirildi. Etkinlikte, Bosna-Hersek’te tarih yazımı pratiklerinin geçirdiği dönüşüm çok boyutlu biçimde ele alındı.
Prof. Dr. Duranović, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından tarih yazımında yaşanan kırılmaların, kimlik inşası ve siyasi söylemlerle iç içe geçtiğini vurguladı. Akademik tarihçilik ile ideolojik anlatılar arasındaki sınırların zamanla bulanıklaştığını belirten Duranović, uluslararası tarihçilik eğilimlerinin Bosna tarihçiliğine yeni perspektifler sunduğuna dikkat çekti.
Konuşmasında, tarih yazımı derslerinde sorulan temel soruları hatırlatan Duranović, “Tarih nedir, ne işe yarar, nasıl yazılır?” gibi soruların yalnızca teorik değil; kurumsal ve metodolojik boyutlarıyla da ele alınması gerektiğini ifade etti. Tarih yazımının yalnızca metinlerden ibaret olmadığını; arşivler, müzeler, akademik kurumlar ve sosyal bilimler bölümleri gibi yapılarla şekillendiğini; bu yapıların ise sistemin çarkları gibi işleyerek kolektif hafızayı canlı tuttuğunu vurguladı.
Tarihsel anlatıların oluşumunda arşiv ve müze gibi kurumların etkisinin belirleyici rolüne de dikkat çeken Duranović, örnek olarak Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’ni yalnızca bir koleksiyon değil, aynı zamanda Bosna’daki kültürel hafızanın taşıyıcısı bir mekân olarak tanımladı. Bosna-Hersek’teki tarih kurumlarının gelişimini Osmanlı mirasıyla ilişkilendiren Duranović, Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nden Bosna-Hersek Ulusal Müzesi’ne, Şarkiyat Enstitüsü’nden devlet arşivlerine kadar birçok yapının kurumsal hafıza inşasında temel rol oynadığını belirtti.
Bosna tarih yazımında iki kritik kırılma noktasına işaret eden Duranović, bunlardan ilkinin II. Dünya Savaşı sonrasında araştırma kurumlarının yaygınlaştırılması; diğerinin ise 1990 sonrası savaşın bu kurumları derinden sarsması ve ardından gelen yeniden inşa süreci olduğunu ifade etti. Savaş sonrası dönemde tarih yazımının iktidarın ideolojik çerçevesine göre şekillendiğini, özellikle şehirlerin hafızasının ve kültürel birikiminin hedef alındığını dile getirdi. Komünist-sosyalist yaklaşımın zamanla yerini etnik paylaşım ve milliyetçi anlatılara bıraktığını, bu dönüşümün tarih yazımını doğrudan etkilediğini ve etnik-ideolojik sınırların giderek belirginleştiğini ifade etti.
Etkinlik sonunda, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’un yönelttiği “Sırplar kendi tarih yazımını kimlik inşası aracı olarak kullanırken, Bosna tarihçiliği bu yönde bir çaba içerisinde mi?” sorusuna yanıt veren Duranović, Bosna kimliğinin hâlen tartışmalı bir mesele olduğunu; ortak bir tanım geliştirilememesinin akademik iş birliklerini de daralttığını belirtti.
“Belgrad’a birlikte gittiğimiz bir Sırp arkadaşım kendisini Bosnalı olarak değil, yalnızca Sırp olarak tanımlıyor. Bu ideolojik bagajlar halkı birbirinden uzaklaştırdığı gibi, akademik iş birliklerine de zarar veriyor.” sözleriyle kimlik meselesinin yarattığı ayrışmaya dikkat çekti.
Duranović, savaş sonrası dönemde tarih yazımında ideolojik eğilimlerin daha da belirginleştiğini, özellikle kültürel hafıza ve şehirlerin mirasının hedef alındığını; tarihsel anlatıların politikleştiğini ifade etti. Tarih yazımında nitelikli bir ilerleme sağlanabilmesi için çok dilli akademik okuryazarlığın güçlendirilmesi, araştırmacıların başta Boşnakça olmak üzere yerel dillere hâkim olması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, yeni araştırma perspektiflerinin açılması ve tematik çeşitlilik esaslı okuma-yazma pratiklerinin geliştirilmesinin gerekliliğine dikkat çekti.
Etkinlik moderatörü Doç. Dr. Mustafa Göleç ise Yugoslavya döneminde tarih yazımının sosyalist bir çerçevede, işçi sınıfı ve halk temelli olarak şekillendiğini; Bosna Müslüman toplumunun ise bu sürece kentli ve toprak sahibi bir topluluk olarak farklı bir yerden katıldığını ifade etti. Prof. Dr. Duranović, bu tespiti destekleyerek, Avusturya-Macaristan sonrası Bosna’nın Yugoslavya’ya dâhil edilmesiyle kimlik düzeyinde büyük bir kayıp yaşandığını; tarihî özerkliğin zedelendiğini ve hafızanın silinmeye çalışıldığını belirtti.
Soru-cevap bölümünde, komünist dönem tarihçiliğinin Bosna’daki etnik çatışmalara dolaylı bir zemin oluşturup oluşturmadığı da gündeme geldi. Özellikle Müslüman topluluğun tarihsel olarak toprak sahibi, Sırp kökenli halkın ise serf statüsünde olması; sınıfsal adaletsizlik, düşmanlaştırma ve antagonistik tarih anlatılarının oluşmasına zemin hazırladığı yönünde değerlendirmeler yapıldı.
Konuşmasının sonunda Duranović, 1980’lere kadar Boşnak tarihçilerin yetişmiş olmasına rağmen, tarih yazımı metodolojisinin büyük ölçüde Batı merkezli kalıplarla şekillendiğini; 1990 sonrası dönemde ise tarihsel argümanların milliyetçilik temelli ideolojik altyapı ve Batı’daki uluslararası ilişkiler ekseninde geliştirildiğini belirterek konuşmasını tamamladı.
Haber: Beyza Kübra Kılıç- Tarih Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi